Tevhid Daveti ve Endişesi





Hamd ve minnet alemleri yoktan var eden, ezeli ilim sahibi, doğmamış, doğurulmamış, eşi ve benzeri bulunmayan, otoritesinde ortağı olmayan, duaların kendisine yükseldiği, bütün eşyanın maliki Allah (a.c)'a mahsustur. En güzel salat ve selam hidayet önderi alemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed bin abdullah (asv)'a aline, ashabına ve onların yolunu izleyip onların fehmiyle islami yaşayan bu yol üzere sebat eden garip muvahhidlerin üzerine olsun. Allah u teala kimi saptırırsa ona hidayet edecek yoktur, kimide hidayet ederse onu saptıracak yoktur. Yaratıp, yaşatıp öldüren, kanun koyup mahlukatın hayat nizamını belirleyen, her mahlukatın rızkının emin bir kefili olan, yardımı umulan kendisine dayanılan sadece ve sadece Allah (svt)'dır.

Bundan sonra: Muhakkak ki, sözlerin en doğrusu Allahın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed (sas)in yoludur. İşlerin en kötüsü ise sonradan uydurulandır. Sonradan uydurulup dine sokulan her amel bidat, her bidat sapıklık ve her sapıklıkta ateştedir.
Allah (a.c) bizi ancak kendisine ibadet etmemiz için dünyaya göndermiştir. O şöyle buyurur, “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.(Zariyat 56)” Dünyada biraz candan biraz maldan sınava tabi tutacağını bize haber vermiştir. O şöyle buyuruyor; “Andolsun ki sizi, biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiklikle imtihan edeceğiz, sabredenlere müjdele .(Bakara 155)Allah (a.c)'a layıkıyla ibadet eden ve bu ibadetlerin tamamını Allah (a.c)'a yapan kimse dünya ve ahirette mahzun olmayacaktır. O (a.c) şöyle buyururyor; Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah'ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir. (Yunus 64)” Buna binaen bütün hayatını dünya endeksli düşünen kimseler hem dünya da mahzun olacak, hemde ahirette hüsrana uğruyanlar dan olacaktır. Allah (a.c) bizi hayatın her alanın da onun rızasına ve çizmiş olduğu kanunlara göre yaşamamızı istemiştir. Bunun aksini izhar eden kimseleri ebedi cehennem azabı ile tehdit etmiştir. İnsan oğluna düşen ilk görev Allah (a.c)'ın kendisini niçin dünya'ya gönderdiğini, ondan ne istediğini öğrenip onu hemen pratiğe dökmesidir.



Daha öncede belirttiğimiz gibi Allah (a.c) bizden sadece kendine ibadet etmemizi, hayatın her alanın da kapsayıcı olarak ibadetin her türünü sadece ona yapmamızı emretmiştir. Şair şöyle der; “Yarabbi sen dünyayı mescid olarak yarattın ama biz onu otele çevirdik.” Tabiri caiz ise, şairin dediği gibi bu dünya hayatı sadece bir ibadethanedir, dolayısıyla bu dünyanın neresinde olursak olalım sürekli Allah (a.c)'ı birlememiz, ibadeti ona has kılmamız, sadece onu razı etmeye çalışmamız lazım gelir. Aksi halde, heva ve hevesimizi kendimize önder kılar, Allah (a.c)'ın dışında rab edinir, onu razı etmeye çalışırız ki buda cehennem ehlinin amelidir.



İbadet; “Sevilen, korkulan, yardımı beklenen, dua edilen, adak adanan, kurban kesilen, namaz kılınan, oruç tutulan, rızasını gözetmek razı etmek için yaptığımız hac, zekat, sadaka,vb. Gibi ameller olduğu gibi aynı zamanda, hükmüne razı olunan, koyduğu kanun ve getirdiği nizama göre hayatını belirleyen, çizdiği sınırları aşmadan sadece onu razı etmek için çalışmak. Sadece onun kanunlarını benimseyip hilafına itiraz edip reddetmek, sadece onun kanunlarına muhakeme olmak.vb gibi Allah (a.c)'ın rızasını gözeterek, sevip hoşnut olacağı her hareket ibadettir. Aynı zamanda her hususta sadece Allah (a.c)'a itaat etmek, ona isyan noktasında itaat edilen şeylerden beri olmakta ibadettir.”


Allah (a.c) yasin suresinin 60'ıncı ayetinde şöyle buyuyor; “ Ey adem oğulları, ben size şeytana ibadet etmeyin, o size apaçık bir düşmandır diye haber vermedimmi.”


Burada ifade edilen ibadet etmeyin lafzını müferssirler, Allah (a.c)'a isyan noktasında ona itaat etmeyin diye açıklamışlardır. Zaten mantıken de kendisini semavi bir dine nispet eden hiç kimse şeytana ibadet etmez. Bilakis dilinden geldiğince ona lanet okur. Bu ayetten anlıyoruz ki Allah (a.c)'a kendilerini denk tutan veya Allah (a.c)'a isyan fiilleri izhar eden kimselere isyan ettikleri hususta itaat etmemiz ona ibadet etmemizdir. Sonuç olarak ibadet olabilecek her ameli sadece ve sadece Allah (a.c)'a yapmak için gönderildik ve bizden beklenen istenende budur. Allah (a.c) yaptığımız her ibadete şartlar koymuştur. Örneğin ramazan orucunu tutarken geceden niyet getirmemizi bize şart koşmuştur. Yine aynı şekilde, namaz kılmadan önce abdest almayı bize şart koşmuştur. Bu şartlar tahakuk etmeden ibadetlerimizin geçerli olması mümkün değildir. Zira abdest almadan namaz kılmak batıldır, kişiye kesinlikle bir fayda sağlamaz. Sevap kazandırmaz ve hatta üzerinden o borcuda kaldırmaz.

Her ibadetin bazı şartları var ise Allah (a.c)'a iman etmenin şartlarının olmaması düşünülemez, zira Allah (a.c)'a iman gerçekleşme den kişiye namazında, orucunda bir faydası olmaz velevki o ibadetlerin bütün şartları tahakuk etse dahi kişiyi kurtarmaz. Ozaman bizim öncelikle sahih bir şekilde Allah (a.c)'a iman etmenin şartlarını öğrenip yerine getirmemiz lazımdır.


Allah (a.c) şöyle buyuruyor; “Dinde zorlama yoktur, hak ve batıl birbirin den apayrıdır. Kim tağutu inkar eder, Allah'a da iman ederse kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa tutulur. Allah işiten ve bilendir. (Bakara 256)

Allah (a.c) tağut ismini verdiği birşeyi önce inkar edip ondan beri olup uzaklaştıktan sonra kendisine de iman eden kimselerin imanını sahih görüyor ve onlara “sapasağlam kulp” ismini verdiği “Tevhide” yapışacağını söylüyor.

Burada anlaşılması gereken şudur. Allah (a.c)'ın kendisine iman'dan önce zikredip, inkar etmemizi emrettiği bu tağut kimdir.?


Tağut; “Allah (a.c)'a isyan noktasında, kendisine itaat edilen, hükümlerine razı olunan, şeytan suretin de insan veya Allah (a.c)'a ibadetten alı koyan, insan, eş, iş, arkadaş, taş, toprak, ağaç, vb her türlü cisim ve mahluktur.”


Allah (a.c) ayette, kendisine ibadet ve itaatten alı koyan herşeyi reddetmemizi, inkar etmemizi, ondan uzaklaşmamızı emretmiştir. Çünkü biz onlardan uzaklaşmaz isek, Allah (a.c)'a tam anlamıyla kulluk etmemiz, ibadetlerimizi sadece ona yapmamız mümkün olmaz. Öncelikli olarak Allah (a.c) bizim onlardan uzaklaşmamızı bundan dolayı istemiştir. Taki bütün ibadetleri sıhhatlı bir şekilde Allah (a.c)'a yapalım.


Allah (a.c) şöyle buyurmuştur; “Andolsun ki biz her ümmete Allah'a kulluk edin ve tağuttan sakının diye peygamberler gönderdik. (Nahl 36)

Ayetten de anlaşılacağı üzere Allah (a.c) adem (a.s)'den bu yana her kavme bir peygamber göndermiş ve her peygambere de insanlara Tağut'tan beri olup onu inkar edip, uzaklaşıp sadece ibadetlerini Allah'a yapmasını istemiştir. Yani şunu anlıyoruz ki Allah (a.c)'a sağlıklı ve sıhhatli bir ibadet sadece tağutu inkardan sonra gerçekleşir. İşte bütün peygamberler insanları bu temel ilkeye davet etmişlerdir.


Allah (a.c) şöyle buyurmuştur; “Andolsun ki nuhu elçi olarak kavmine gönderdik. Dediki; Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin ondan başka ilahınız yoktur.” (A'raf 59)


Allah (a.c) şöyle buyurmuştur; “Ad kavmine kardeşleri hudu gönderdik, Dediki; Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin ondan başka ilahınız yoktur.” (A'raf 65)

Allah (a.c) şöyle buyurmuştur; “Semud kavmine kardeşleri salihi gönderdik, Dediki; Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin ondan başka ilahınız yoktur.” (A'raf 73)

Allah (a.c) şöyle buyurmuştur; “Medyene kardeşleri şuaybı gönderdik. Dediki; Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin ondan başka ilahınız yoktur.” (A'raf 85)

Görüldüğü üzere hiçbir peygamber kavimine Allah (a.c)'ın varlığını ispatlama yoluna gitmemiş sadece ibadetlerin de ortak koştukları için onları uyarmış, hayatarındaki tağutlar dan beri olup, ibadeti sıhhatlı bir şekilde sadece Allah (a.c)'a yapmalarını tebliğ etmişlerdir. Zaten kur'an'ı kerime bakıldığı zaman, Allah (a.c)'ın kendi varlığını ispat etmek için birşeyler indirdiği görülmemiştir. Zira her ayet Allah (a.c)'ı ibadette birlemeye davet etmiştir. İlginçtir dün müşrikler tarafından peygamberin (asv) yeni bir din ile geldiği iddia edilmişti, ibrahim (as)in dininin dışında bir din getirdiği söylenmiştir. Bugün ise bizim yeni bir din getirdiğimiz iddia ediliyor, peygamberin (asv)'in dininin dışında yeni bir din.


Bilmeliyizki, rivayetlere göre 124 bin peygamber dünyaya “Hayatlarınızda ki her tağuttan sakının, Sadece Allah'a ibadet edin” ilkesi üzere gelmişlerdir. Kainatta iki tane sadece iki tane din mevcuttur. Biri Tevhid dinidir. Diğeri ise şirk dini, bugün kendilerini çok akıllı sanan ahmak ateistlerin dini bile vardır. Onlarda şirk dinine mensup mahluklardır. Dolayısıyla bir kimse ya müslümandır. Ya da kafir. Bunun orta yolu yoktur.

Allah (a.c)'ın bize haber verdiği sapasağlam kulpa yapışmamız için öncelikle Allah (a.c)'ın dışında ibadet edilen her merciyi inkar etmemiz lazımdır. Sapa sağlam kulp “La İlahe İllAllah”dır. Bu sağlam kulp iki kısma ayrılır.

1)Nefy-İnkar
2)İspat-Kabul


La İlahe lafzı nefyi içerir ve bu kelime; Allah (a.c)'a hakimiyet te denk tutulan parlementoları, millet meclislerini, beşeri kanun ile hükmeden bütün otorite ve mahkemleri, beşeri ürünü bütün ideolojileri, kendisine dünyevi ve uhrevi yardım edeceğini iddia eden sahte şeyhleri, beşeri teşrileri korumak için açılan bütün askeri güçleri, tağutları korumak için görevli din kisvesi altına girmiş bütün bel'amları putlaşan hükümleri, kanun, nizam, yaşantı, insan, vb bütün Allah'a isyana kalkışan, ilahlık moduna geçmiş kimseleri, ilah konumuna getirelen her cismi, mahluku reddetmeyi gerektirir.


İllAllah kısmı ispatı içerir, bu kelime; Allah'ın kanunlarını, emir ve yasaklarını, hayat nizamanın daki metodunu, yaşatanın, öldürenin, rızık verenin, doğa işlerini düzenleyenin, kendisi olduğunu asla ortağı olmadığını kabul etmeyi gerektirir. Ve yine ancak o tek sevilir, güvenilir, yardımı beklenilir, yanlızca mahluk ona muhtac olur, her işin çözümü onun elindedir, yanlızca ondan korkulur. Bu gibi bütün ibadetleride ona has kılmak ispat ettiğinin işaretidir.

Kısaca -tevhid- bütün ilahlık iddiasında bulunani, ilah konumuna getirilen herşeyi reddedip, bütün ibadetlerde sadece Allah'ı birlemektir


Buna ilişkin Muhammed (asv) şöyle buyurmuştur; Kim “La ilahe illallah” derse ve Allah (a.c)'dan başka tapılanları reddederse malı ve kanı haram olur. Onun hesabı Allah’a aittir.”(Müslim İman )


Yani bir kimse bize zahiren, hayatındaki bütün tağutları reddettiğini gösterirse, biz ona dünyada müslüman muamelesi yapar, uhuvet ve vahdet çerçevesinde onunla Allah (a.c) yolunda kardeşler oluruz..




Bu tağutlar dan bizzat uzaklaşmak onlara düşmanlığı açığa çıkarmak, onlara kin ve öfke beselemek, onlar dan çekinmeden dinini açığa vurmak, onlarla savaşmak yine peygamberin metodu daveti ve rabbani menhecidir.


Allah (a.c) şöyle buyuruyor; “İbrahim ve beraberinde olanlarda sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine demişlerdiki, “Biz sizden ve Allah'dan başka tapındıklarınız dan uzağız” sizi tekfir ettik, sizinle bizim aramızda bir tek olan Allah'a iman edinceye kadar sürekli düşmanlık kin ve öfke belirmiştir.” (Mumtahine 4)


Allah (a.c) tağutlara ve onlara kulluk görevini getirenlere karşı düşmanlık göstermemizi, onlardan uzaklaşıp onları ve amellerini inkar edip tekfir etmemizi, onlara ve onları sevenlere kin ve öfke duymamızı emretmiştir. Aynı zaman da sürekli olarak, durmadan kalbimiz de kin ve öfke ile onları Tevhid davet etmemizi emretmiştir.

Allah (a.c) şöyle buyurmuştur; “Kafalarını çatlatırcasına anlat, müsriklere aldırma.” (Hicr 94)


Şeyhu'l islam Muhammed bin abdulvehhab bu ayeti tefsir ederken şöyle demiştir; “Biz onlar için üzülüyoruz, onlara davetimiz onlar için üzüldüğümüzden dolayıdır. Allah (a.c) bize onlara düşmanlığı açığa çıkarmamızın yanında üzülmemizi, onlara ikramda bulunarak Tevhidi tebliğ etmemizi emretmiştir. Bizim davet esnasında onlara karşı güler yüzlü olmamız kalbimizdeki kin ve öfkenin olmamasını gerektirmez.


Avvam tabakaya durum böyle olsa dahi, küfrü katmerleşmiş, Allah (a.c)'ın şeriatini tamamıyla kaldırmış, hükümlerini yok saymış, Allah (a.c)'a ve rasülüne savaş açmış bu küfür olan sistemle gücümüz nisbetin de cihad etmemiz buna gücümüz yoksa hazırlıkta bulunmamız lazım gelir.



Şeyhul islam İbn Hacer El Askalani şöyle der; “Küfre giren yöneticinin azledileceği konusunda icma bulunmaktadır. Her Müslümanın bunun için kıyam etmesi gerekir. Kim bunu yerine getirebilirse sevabını alır. Kim de bu konuda gevşek davranırsa günaha girer. Bunu yerine getirme konusunda aciz kalan kişinin ise oradan hicret etmesi gerekir.” (Fethu’l-Bari 13/7-8)


Tağutu ve hükümlerini, inkar edip reddetmenin en takva boyutu budur. Ancak müslümanlar azınlıkta ve gerçekten mustazaf konumdadılar. Muaasır alimlerden, Şeyh Abdulkadir bin Abdulaziz el umde adlı eserinde şöyle der; “Her müslüman Allah (a.c)'ın şeriatinin hiç sayıldığı bu murted sistemlerle savaşması vaciptir. Buna güçleri yoksa, cihada hazırlık bulunmaları vacip olur bu iki marhaledir. (Maddi ve manevi). Bunada güçleri yoksa oradan hicret etmek üzerlerine vaciptir. Bunada güçleri yoksa bu durumdan kurtulmaları için Allah (a.c)'a çokça dua etmelidirler.”


Efendimiz (asv)'in döneminde de bu tür küfürler mevcuttu, dininin bir kısmı Allah (a.c)'a bir kısmı ise başkalarına aitti. Rasulullah (sav) onların küfürlerini yüzlerine vurdu ve onların küfürlerini yok edinceye kadar cihad etti. Rasulullah (sav) şöyle buyuryor; “Kıyametin kopmasına yakın kılıçla gönderildim, taki sadece Allah'a ibadet edilsin ve ona ortak koşulmasın.”(Ahmed)


Sonuç olarak, herkesin gücü nisbetinde bu küfüre karşı cihad etmesi gerekir. Eliyle, diliyle veya kalbiyle bu küfre razı olmadığını göstermeleri ve Alemlerin Rabbi olan Allah'a kulluğa davet etmeleri gerekir. Ebu'l Vefa İbn Akil şöyle der; Kişiyi Allahu Teala’ya yaklaştıran en faziletli amel, Allah ve Rasülü’ne karşı çıkmış olanlardan nefret etmek ve onlara karşı el, dil ve kalp ile mümkün olduğunca cihad etmektir.”





Ancak her küfür sistemini korumak için fedai sihirbazlar vardır. Tıpkı Ashabı uhudu şehid eden hükümdar, Firavun, Nemrut gibi zalimlerin küfür kanunlarını, küfür inanış biçimlerini korumak, meşrulaştırmak, ona davet etmek, onu benimsetmek için yalakaları vardı. Aynı günümüzde de demokrasi denen küfür nizamını korumak, kollamak, meşru göstermek için çaba harcayan muassır sihirbazlar vardır. Bu küfrü meşrulaştırmak adına Allah (a.c)'ın kur'an'ı ve Rasülünün sünnetini mana olarak tahrif edip, insanlara bunun bir zararı olmadığını bu yönetim şeklinin güzel ve caiz olduğunu göstermektedirler. Bunu yaparken gerçekten de başarılı oldular, beyinleri tahrif edip asimile ettiler. Artık gerçekten insanlar bunu meşru birşeymiş gibi kabul ettiler. Bu sihirbazlar kur'an üzerinde oynayarak, birçok peygambere ve ashablarına iftiralar atıp, kendi küfürlerinin üzerlerini “onlarda yaptılar” diye kapatmaya çalıştılar. Oda yetmedi kur'an'daki müteşabih ayetleri tev'il edip küfürlerine meşru kılıf yapmaya çalıştılar. Oda yetmedi, bırakın zahiren delil olabilecek nassları işaret yolu ile delil olamayacak nasları kendilerine delil yapma cürretine girdiler. Bunlar bizzat dini kendilerine uydurmaya çalışan ama dine ve hükümlerine uyma gibi bir endişeleri olmayan sırf ilah edindikleri sistemin başındakilere daha sevimli görüne bilmek için dünya karşılığında ahiretini feda eden sefihlerdir.


Ancak Allah (a.c)'a hamd olsun, yeryüzünde hakkı haykıran ve savunan bir taife her zaman var olacaktır. Ve bu ifsad edici muassır sihirbazların oyunlarını ortaya koyup Allah (a.c)'ın izni ile ifsad ettikleri yerleri ıslah edeceklerdir. Rasullullah (asv) şöyle buyurmuştur; Ümmetimden bir taife hak üzere üstün olmaya devam eder....” (Buhari Müslim)


Sonuç olarak; Halkın yönetimi adını verdikleri bu sistem bir küfür sistemidir. Çünkü Allah (a.c)'ın kanunlarını hiçe sayıp, Allah (a.c)'dan teşri yetkisini gasp edip, Allah (a.c)'ın hükümranlığına kendilerini ortak edip, Allah (a.c)'ın helal, haram çizelgesini gözetmeden O'na muhalif kanunlar çıkarıp, halkı teorik olarak kendilerine itaat etmeye zorlayıp Allah (a.c)'a savaş açmış ve küfre girip kafir olmuşlardır. Bu sistemi benimseyen, seven, ona davet eden, onu koruyan, ona övgüler yağdıran, onu küfür görmeyen, onu küfür gördüğü halde maslahat iddiası ile üzerine kapayan, onlara ve ehline buğz edip onlardan beri olmayan, onları savunmazsa bile onların küfrünün olduğunu söylemeyen herkes kafir olmuştur.. “Allah (a.c) hükümranlığına kimseyi ortak etmez.” (Kehf 26)

İşte Demokrasi, batılı beyinlerin resmi dini, ilahı, rububiyet ve uhuhiyette kendisine ortak kabul etmediği değişmez hayat nizamıdır. Bu sistem çok amaçlı her yana uyan, her halden hala giren bukalemun akımının müptela olduğu bir kavram, ardına saklandıkları, yardımını umdukları, kendisine dayandıkları, hayatının her alanında ibadetlerin de birledikleri, uğrunda vela bera yaptıkları, her halde ve yerde hamd ettikleri, şükrünü dile getirip, medh ettikleri bir çağdaş ilahtır...  Allah (a.c) bizi onların fitnesin den emin kılsın.

Başında ve Sonunda Hamd Alemlerin Rabbi Olan Allah'adır.
Yazan
; Tewhid we Takwa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.