Şüphesiz hâmd Allah'a mahsustur. O'na hâmd eder, O'ndan yardım diler, O'ndan bağışlama bekleriz. Nefislerimizin şerlerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını da hiç kimse doğru yola erdiremez. Şehadet ederim ki, Allah'dan başka îlah yoktur, O tekdir, ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed (asv) O'nun kulu ve elçisidir.
“Ey inananlar;! Allah'dan gerektiği gibi korkun. Ancak müslüman olarak can verin.” (Âl-i îmrân, 102)
“Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabaların haklarını gözetmemekten sakının. Şüphesiz Allah size gözcüdür." (Nisa, 1)
“Ey İnananlar! Allah'dan sakının, doğru söz söyleyin ki Allah işlerinizi size yararlı kılsın ve günahlarınızı bağışlasın. Kîm Allah'a ve Peygamberine itaat ederse gerçekten büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzâb, 70-71) ( Müslim, 870. İbn Mes'ûd'dan Abdürrezzak (10449), Ahmed (4116 ve 3721), Nesâî (6/89), Tirmizî (1105), İbn Mâce (1892), Tahâvî (Müşkilû'l-Âsâr, 1/4) ve Beyhakî (Sünen, 3/214)Ebu Davud, 1097)
Ey Kuddûs olan Allah'ım “Biz seni hamd ile tesbih eder ve her noksanlıktan tenzih ederiz.” (Bakara, 30)
Ya Zûl celâl-i ve'l îkrâm ; Sen ancak kendini övdüğün gibi övülmeye layıksın. Biz seni günahkar dilimiz le gereğince hâmd edemeyiz. Biz seni Râsûllerin'den kendini hâmd etmelerini istediğin gibi hâmd ederiz. Server-î enbiyâ Ebu'l kasım Muhammed Mustafa (asv)'ın seni övdüğü gibi över onun söylediği gibi hamd ederiz. Biz O'nun getirdiği herşeye imân ettik, Allah'a imân edilmesini istediği gibi bütün ibadet mercilerini inkâr edip, sadece sana imân ettik. Haber verdiği bütün meleklerin hâk olduğuna bir bir imân ettik. Haber vermediklerine topluca imân ettik, Kur'ân'â ve neshettiği tevrat, zebur, incil ve diğer nebilere indirilen sâifelerin tahrif edilmemiş haline imân ettik, Hayrın ve şer'în hakikatine anne karnında nutfe iken yazılmış rızkımıza, dinimize, ölümümüze, Allah'ın yanında yazılı olan kaderimize imân ettik. Tevhidî Nebi idrise, nuh'â, Lut'â, hud'â, salih'ê, ibrahim ve Muhammed'ê açıkladğın gibi inandık, kabul ettik, rububiyet ve uluhiyetinde seni Tevhid ederiz. Zatında ve sıfatların da seni noksanlıklardan tenzih eder ve birleriz, müteşabih mevzuda tev'il'e, tahrif'e, teşbih'e yol açaçak cümleler kurmaz ve düşüncelerin ardına düşmeyiz. Mûcessime, müşebbihe ehl-ine meyletmez ve iltifat etmeyiz. Sahih nâsların ardına düşer aklı sadece nas'ın müsadesi ölçüsünde serbest bırakır durumu güncelleriz. Nas'a muhalif bir söz telafuz ettiğimizde sözümüzü gömer nas'a yapışırız. “Ya Rab! unuttuk veya yanıldıysak bizi sorumlu tutma. Ey Rabbımîz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Ey Rabbımîz, bize gücümüzün yetmeyeceğini yükleme. Affet bizi, bağışla bizi. Sen Mevlamızsın. Kafirler güruhuna karşı bize yardım et .” (Bakara 286) Allahummâ Amin, Amin, Amin...
İzzet ve celâline yemin ederim ki, bütün günahlarıma pişmanım. Ey Tevvâb olan Allah'ım ancak sana tevbe eder, ancak senden bağışlanma dileriz. Yalnız sana boyun eğer ve yine Yalnız sana kulluk ederiz. Ancak sana ibâdet eder, diğer ibadet mercilerini inkar ederiz. Ey Settâr olan Allah'ım ayıplarımızı ve kusurlarımızı Yalnız sana itiraf eder ve onları ıslah edip gizlemeni dileriz. Ey Gaffar olan Allah'ım bizi bağışla bize merhamet et, bize lutfet, bizi bir ân bile kendi nefsimize bırakma. Senden yine Sana sığındık Ya Rab!..
Bütün sıkıntılara sabrım ancak senin yardımın iledir. Sana tevekkül ettim, sana dayandım...
Sabır luğatta; Engelleme, tutma, sukut etme manalarına gelir.
İmam İbn Kayyım (rah) şöyle der; “Sabır lugatta “menetmek ve habsetmek” manasındadır. “Sabır”, insanın kendisini feryad etmekten, dilini şikayet etmekten, ellerini yüzüne, dizine vurmaktan ve elbiselerini yırtmaktan menetmesidir.” (Uddetü's-Sabirîn ve Zahîretû'ş-Şâkirîn)
Şer'ân ; Başına gelen bela ve musibetlere sukut etmek, bela ve müsibetlerin akabinde itaat ve seccati artırmak tevekkül etmektir.
Allah (a.c.) kur'ân'da birçok yerde, imtihana, musibete, belaya, davaya, davete, ibadete, itaat'e sabırla devam etmeyi telkın etmiş bunun sonucunda mükafat ile muamele edeceğini vaad etmiştir. “Ondan daha iyi vaadine sadık olan kimdir.?” (Tevbe 111)
41:35 - Bu olgunluğa ancak sabredenler kavuşturulur, buna ancak hayırdan büyük bir pay sahibi olan kavuşturulur.
42:33 - Eğer O dilerse rüzgarı durdurur da yelkenle giden gemiler denizin üzerinde duruverirler. Şüphesiz ki bunda sabırlı olan ve çok şükreden kimseler için nice ibretler vardır.
47:31 - Andolsun ki, biz içinizden cihad edenlerle sabredenleri ortaya çıkarıncaya ve yaptıklarınızla ilgili haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi deneyeceğiz.
38:17 - Şimdi sen onların dediklerine sabret de kuvvetli kulumuz Davud'u hatırla. Çünkü o, zikir ve tesbih ile bize yönelmişti.
32:24 - Onların içinden, sabrettikleri zaman bizim emrimizle doğru yola ileten önderler yetiştirmiştik. Onlar, bizim âyetlerimize kesin bir şekilde inanıyorlardı.
18:28 - Nefsince de, sabah akşam rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber candan sabret. Sen dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan gözlerini ayırma. Kalbini, bizi anmaktan gafil kıldığımız, nefsinin kötü arzusuna uymuş ve işi hep aşırılık olan kimseye uyma.
16:96 - Sizin yanınızdaki dünya malı tükenir, Allah'ın katındakiler ise tükenmez. Muhakkak ki biz, Allah yolunda sabredenleri, yaptıkları amelin daha güzeliyle mükafatlandıracağız.
16:110 - Sonra şüphesiz Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret eden, sonra cihad eden ve sabreden kimselerin yardımcısıdır. Bunlardan sonra Rabbin elbette çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.
3:186 - Muhakkak siz, mallarınız ve canlarınız hususunda imtihan olunacaksınız. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah'a ortak koşanlardan size eziyet verici bir çok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'dan gereği gibi korkarsanız, şüphesiz işte bu azmi gerektiren işlerdendir.
3:200 - Ey iman edenler! Sabredin, düşmanlarınıza karşı sebat gösterin, nöbet bekleşin, Allah'dan gereğince korkun ki, kurtuluşa eresiniz.
3:17 - O sabredenleri, o doğruluktan şaşmayanları, o elpençe divan duranları, o nafaka verenleri ve seher vakitlerinde o istiğfar edip yalvaranları (görür).
Rasulullah (asv)'den bu konuda oldukça fazla hadis rivayet edilmiştir. Buna dâir İbn Ebid'Dûnya -ês-Sâbr- adında bir kitap telif etmiştir. Bütün sünenlerde, sahihaynlarda buna dâir bablar mevcuttur.
Ebu Sinân anlatıyor: “Oğlum Sinan'ı defnettiğimde kabrin kenarında Ebu Talha el-Havlânî oturuyordu. Defin işinden çıkınca bana:
“Sana müjde vermeyeyim mi?” dedi. Ben:
“Tabiî, söyle!” dedim.
“Ebu Musa el-Eş'arî (rah) bana anlattı” diye söze başlayıp Resûlullah'ın şu sözlerini nakletti:
“Bir kulun çocuğu ölürse, Allah meleklere şöyle söyler:
“Sana müjde vermeyeyim mi?” dedi. Ben:
“Kulumun çocuğunu kabz ettiniz mi?”
“Evet" derler.
“Yani kalbinin meyvesini elinden mi aldınız?” Melekler yine:
“Evet" derler. Allah tekrar sorar:
“Kulum (bu esnâda) ne dedi?”
“Sana hamd etti ve istircâda bulundu" derler. Bunun üzerine Allah Teâla şöyle emreder:
“Öyleyse, kulum için cennette bir köşk inşa edin ve bunu Beytu'l-hamd (hamd evi) diye isimlendirin.” (Tirmizî, Cenâiz, 36, (1021)
Ebu Hüreyre (rah) anlatıyor: Resûlullah (asv) buyurdular ki: “Allah Teâla şöyle buyurdu; “Ben kimin iki nurunu (yani iki gözünü) almışsam ve o da sevabını umarak sabretmişse, ona cennet dışında bir mükâfat vermeye razı olmam.” (Buhâri, İbn Mübarek, ez zühd, İmam ahmed ez zühd Tirmizî, Zühd 58, (2403)
İbn Mes'ud (rah) anlatıyor: “Ben, peygamberlerden (asv) birinin acıklı bir hikâyesini anlatmış olan Resûlullah (a.s)'ı şu anda sanki tekrar seyrediyor gibiyim. Demişti ki: "Kavmi ona şiddetle vurup yaralamıştı. O hem akan kanlarını siliyor, hem de: "Allah’ım, kavmimi mağfiret et, çünkü onlar bilmiyorlar" demişti.” (Buharî, İstitâbe 4, Enbiya 50; Müslim, Cihâd 105, (1792)
Ebu Hureyre (rah) anlatıyor; Peygamber (asv) efendimiz bir mezarın üzerine kapanıp ağlayan bir kadının yanından geçerken ona:
“Ey Allah'ın kulu Allah'tan kork ve sabret" dedi. Kadın da:
Ey Allah'ın kulu çocuğumu kaybettim dedi.
Yine Peygamber (asv) efendimiz:
“Ey Allah'ın kulu, Allah'tan kork ve sabret” dedi. Kadın:
Ey Allah'ın kulu, başıma gelen musibeti söyledim, anlamadın mı? çekil git başımdan dedi.
Peygamber (asv) efendimiz gitti. Peygamberimizin ardından gelen ashabdan birisi kadının yanına gelip ona:
Giden zat sana ne söyledi ki? diye sordu. O da:
"Bana bunu dedi ben de ona bunu dedim" diye olayı anlattı.
Bunun üzerine o sahabi:
Onun kim olduğunu bilmiyor musun? dedi.
Kadın: Hayır dedi.
Sahabi: “Allah'ın Resulüydü” dedi. Kadın bunu işitir işitmez hemen peygamber (asv) efendimizin gittiği yöne koşarak, ona yetişip özür dileyerek:
“sabrediyorum ya Resulullah” dedi. Bunun üzerine Allah Resulü:
“Güzel, ama sabır musibetin başa geldiği ilk andadır.” buyurdu. (Sahihi Müslim)
Ebu Hüreyre (rah) anlatıyor; Rasulullah (asv) dedi ki: “Allah Teala, "Mü'min bir kulumun, dünya ehlinden en çok sevdiği birini aldıktan sonra, o, sevabını Allah' dan dileyerek sabrederse benim katımda onun mükafatı ancak cennettir." buyurmuştur.” (Buhari)
Ebu Said-i Hudri (rah) anlatıyor; Rasulullah (asv): “Sabırdan daha hayırlı, sabırdan daha geniş bir nimet kimseye verilmemiştir” buyurmuştur. (Buhari ve Müslim)
Sabır ile ilgili varid olan birçok nas vardır. Bunlardan bazılarını hatırlattık, kişinin başına gelen musibete sabretmesi kişiye büyük ecir kazandırır. Yine başına gelen hastalığa sabretmesi kişinin günahlarına kefaret olmasına “Günahlarını dökmesine” vesile olur. Rasulullah (asv) buyurdu ki;“Herhangi bir müslümanın başına, yorgunluk, hastalık, düşünce, keder, acı ve kaygıdan diken batmasına kadar, her ne gelirse, Allah bunları o muslümanın hatalarına keffaret kılar.”( Buhari ve Müslim)
Bu dünyadanın bir sınav odası olması hasabiyle, Allah'a en çok tevekkül eden, Yanlız ona kulluk görevini ifâ edip, sadece ondan bekleyip ondan isteyen kimsenin başına imân'ı ölçüsünde musibet gelir. Zira Allah (a.c) kimseye yükleyemeceği yükü yüklemez. Bu yüzden sevdiği kulunu musibetlerle sınava tabi tutar ve onun sabretmesini ister bunun nihayetinde ona katından bağışlanma ve yardım gönderir. Rasulullah (asv) dediki; “Mükafatın büyüklüğü belanın büyüklüğüne göredir, şüphe yok ki, Allah Teala bir kavmi sevdi mi onları bela vermek suretiyle imtihan eder. Kim bu belaya razı olursa onun için Allah'ın rızası vardır. Kim de bu belaya kızarsa onun için de Allah'ın gazabı vardır.” (İbn-i Mace)
Bunun sebebi kişinin sadece Allah'ı bilip, sadece ona boyun eğip sadece ondan yardımı beklemesi sabır ve sebat ile ona kulluk etmesidir. Allah (ac) bir kulunu sevdiyse ona son zamanlarında musibet ve hastalık verir. Onu dünyada iken günahlarından temizlemek ister. Aişê annemizden rivayetle Rasulullah (asv) dediki; “Körüğün, demirin pasını temizlediği gibi. hastalık da mü'minin günahlarını temizler.”
Bu yüzdendir ki müslümanlar son zamanlarında sıkıntılı hastalıklara yakalanıp öyle rabbine göçüyorlar.
Gerçekten bu tecrubi olarak sabittir. Günümüz müslümanlarıda olmak üzere geçmişteki bütün müslümanlar maddi yönden sıkıntı içerisindedirler. Buna birçok sebep sayabiliriz. Sakal'ın uzun olması, giyim ve kuşamın modern! Olmaması, görünüşünün ve sohbetinin güzel olmaması! Geçmişteki müslümanların geneli zühd hayatını seçtikleri için dünya malına pek fazla önem vermemişlerdir. Babadan mal sahibi olan müslümanlar Allah yolunda infâk ederek mallarını tüketmişlerdir. Bunları önce Peygamber ve sahabesi olmak üzere günümüz de bile görmek mümkündür. Bu sıkıntı bazı zaman gerçekten müslümanları güç duruma düşürüyor.
Ancak Allah (a.c) sonuna kadar sabretmeyi bizden istemiştir. Günümüz davetçilerinden Ebu ubeyde -Fıkıh-uSünne- adlı ses kaydında bu durumu çok güzel anlatıyor. Tabirim ile diyor ki; “Bugün eşinizle minübüse bindiğiniz zaman sizi gözleri ile boğacak gibi bakarlar, sakaldan dolayı iş vermezler.....” “Ama sabredin ben bunu bizzat yaşadım artık öyle bir noktaya geliyorsunuz ki -Yeter Yarabbi- deme sevyesine vardığınızda bir bakıyorsunuz yardım gelmiş. İşte İbrahim (a.s)'da son noktaya gelene kadar sabretti ve son anda Allah ona yardımını gönderdi.” Hocanın anlatmak istediği son ana kadar bütün olumsuzluklara karşı sabretmek, sonunda yardımı getirip kişiyi rahata kavuşturacağıdır. Bütün başımıza gelen musibetleri imtihan şuurû ile karşılamamız bize manevi destek sağlar. İş bulamamamız, ailemizin geçimini yapamamamız bizi hüzne götürür, bıkkınlık verir. Bu yüzden bu durumda hüzün seline kapılmamak için sürekli tevekkül ve yardım bekleyişi içinde olmalı, bu duruma sabretmeliyiz. İbn Ömer (rah) naklen Rasulullah (asv) dedi ki; "İnsanların arasına karışıp onların ezalarına sabreden mü'minin mükafatı, insanlara karışmayıp onların ezalarına sabretmeyen mü'minin mükafatından daha büyüktür." (İbn Mace)
Müslüman birinin başına musibet gelmiyorsa durumundan şüphe etmelidir. Çünkü başa gelen musibet imân ölçüsündedir. Neticede musibet istememeli ancak gelen musibete sabredilmelidir. Kişi tevekkül ehl-i oldukça, imanı artıkça muhakkak bela ve musibetler onu çepe çevre saracaktır. Rasûlullah (asv) dedi ki; “Erkek olsun kadın olsun bir mü'min, Allah'ına günahsız kavuşuncaya kadar başından, çoluk çocuğundan, malından bela eksik olmaz.” (Tirmizi)
Gelen musibete sabreden kişide fıtri olarak oluşacak bazı haller vardır. Bunların başında hüzün gelir. Kişi istesede istemesede hüzün onu mutsuz eder. Bu durumda yerilen ve sevilen iki çeşit hüzün vardır.
Yerilen Hüzünü şu başlıklarda toplamak mümkündür.
*Davet aşamasında kimsenin davetine kulak vermemesi.
*Davetinden dolayı kıracak sözler sarfedilmesi
*Başa gelen bela ve musibetlere üzüntü duyması, bu durum fıtri olmasına rağmen bir kısmı yerilmiştir zira hüznün aşırısı kişiyi ibadette gevşemeye sevk eder. Bıkkınlık verir cahiliye nin tabiri ile -Bunalım- verir. Tevhidi yaşam süren kimsenin bu hale gelmesi başarısızlık verir.
* Kişinin dış görünüşünden dolayı üzüntü duyması, bu durumda şöyle derim, düşünün anneniz bir pasta yaparsa pastayı beğenmedinizi ifade ederseniz. Pastaya mı hakaret etmiş olursunuz, yoksa annenizemi? Elbetteki yapana hakaret etmiş olursunuz. Bu yüzden dış görünüşünüze olan hakaret sizi Allahu mahfizna isyan fiiline kadar sürükler.
* Vucudunda kaza sonucu oluşan bazı yara ve engellerin olması,
* Rızkın darlığından oluşan üzüntü,
* Ailesine isâbet eden bir hastalık,,,”
Bunlar Şâr'î tarafınfan yerişmiştir. Bütün bu üzüntüde ki illet kişinin dini, taat ve ibadeti konusunda gevşemeye yol açmasıdır. Üzüntü veren şeylerden kurtulma çabası sonucu hataya bulaşır.Daha sonra Tevhidi muhafaza edemez ve Allahu mahfîzna ayağı kayar hüsrana uğruyanlardan olur.
Sevilen üzüntü ise farklıdır. Bu kişiyi daha çok taat'e ve ibâdete sevk eder. Selef'i sâlihîn kişinin ibadetinin azlığına, taat ve ihlasının yetersizliğine üzülüp daha iyisini yapmak istemesini övmüştür.
Bu konuda İbn Ebiddûnya bir risale yazmış bu konuda varid olan hadis, eser ve haberleri toplamıştır. İnşa'Allah faydalı olmasını umduğumuz nakilleri yazacağız.
Feth el mavsili bildiriyor; “Adem (a.s) demiştir ki, bizler cennette dert ve hüzünden bir nesil idik, dünyaya gelincede çıktığımız yurda dönünceye kadar, bizler için orada dert ve hüzünden başka birşey yoktur.” ( İbn Ebid dünya / El- Hem ve'l Hûzn no; 4)
Sümeyl bin abdillah dediki; Malik bin dinâr'ın şöyle dediğini işittim; “Dünyada dünya için üzülmen, kalbinden âhiretin tadını götürür, dünyada dünya için sevinmede, kalbinden âhiretin tadını götürür. (El- Hem ve'l Hûzn no; 9 Sıfatüs safve (3/279)
Fudayl bin iyad dediki; “Dünyada dünya için sevinmen, ibâdetin tadını götürür, dünyada dünya derdi çekmen ise, ibadetin tamamını götürür.” (El- Hem ve'l Hûzn no; 10, Ebu Nuaym hilye (8/100)
Yezid er rekaşî dediki; “Kabul edilen duâ hüzünlerin canlandırdığı duâdır. Rahmetin anahtarı da yakarıştır.” (El- Hem ve'l Hûzn no; 16)
Bekir bin abdillah dediki; “Namaz için çıkıpta, cemaat'i kaçıran kişi bundan dolayı üzülürse, Allah ona cemaat'le namazın fâziletini lutfeder.” (El- Hem ve'l Hûzn no; 17)
Hammad bin vakıd dediki; Ebu ubeyde el havvas'ın şöyle dediğini işittim; “Hüzün kalplerin cilasıdır. Düşünce mevzileri onunla yumuşar. Böyle dedi ve ağladı.” (El- Hem ve'l Hûzn no; 19 Ebu Nuaym hilye (8/282)
Hasan-î Basri şöyle dedi; “Uzun uzadıya hüzünlenmek gibi bir davranış ile Allah'a ibadet yapılmamıştır.” (El- Hem ve'l Hûzn no; 21)
Hafs bin karir dediki; “Bizden biri hasaı basri ile oturur sohbet ederdik, Basri derki; “Kıyamet günü kulun amel defterinde sevinilen şeylerden en çok göze çarpan şey endişe ve hüzündür.” (El- Hem ve'l Hûzn no; 22 İbn Mübarek zühd n;127)
İbrahim et teymi dediki; “Hüzünlenmeyen kimsenin cennet ehlinden olamamaktan korkması gerekir. Çünkü cennet ehli “Bizden hüznü gideren Allah'a hamd olsun (Fatır 34)” demişlerdir. Korkusu olmayanında cennet ehlinden olamamaktan korkması gerekir. Çünkü onlar “Doğru su bundan önce ailemizin yanında bile korku içindeydik.”(Tur 26) demişlerdir.” (El- Hem ve'l Hûzn no; 24 Ebu Nuaym hilye (3/215)
Fudayl bin iyad dediki; “Tevbe edenin hüznü hariç, her hüzün yıpratır.” (El- Hem ve'l Hûzn no; 29 Ebu Nuaym hilye (8/101)
İbrahim bin edhem dediki; “Hüzün iki türlüdür, biri lehine diğeri aleyhinedir. Lehine olan hüzün âhirete ve onun iyiliğine karşı üzüntüdür. Aleyhine olan hüzünde dünyaya ve onun süsüne karşı duyulan üzüntüdür.” (El- Hem ve'l Hûzn no; 31 Ebu Nuaym hilye (8/159)
Fudayl bin iyad bir raviden, Müfessir Kâtadenin “Çünkü biz onları hâs kullarımızdan kılmışızdır.” (Sad 46) Ayetini “Ahiret derdi ile dertlenen has kullarımızdan kılmışızdır.” diye açıkladğını nakletmiştir. (El- Hem ve'l Hûzn no; 39)
Hasan-i Basri şöyle dedi; “Hedefi ölüm, randevsu kıyamet, önünde ki sahneside duruşma olan kişinin uzun uzadıya hüzünlenmesi hâkkıdır.” (El- Hem ve'l Hûzn no; 46 )
İmam evzâi'nin oğlu dediki; “Baba'ma huşu hakkında soruldu. “O hüzündür” karşılığını verdi. (El- Hem ve'l Hûzn no; 47)
Sabrın her türlüsü övülmüş ve tavsiye edilmiştir. Temel olarak iki başlıkta değerlendirile bilir.
1-) Allah (a.c)'ın kaderindekilere sabır bunlar.
A-) Ölüm B-) Hastalık C-) Rızkın darlığı D-) Kaza E-) Her türlü belâ ve musîbettir. Aileden birine ölüm geldiğinde yapılan sabır, aileden ve şahsına hastalık geldiğinde yapılan sabır, iş bulamayıp çalışamadığında rızkının darlığında yapılan sabır, başına gelen bir kaza dan dolayı yapılan sabır ve herhangi bir sıkıntıya maruz kaldığında çekilen sabırdır.
2-) Emir ve nehyleri yerine getirirken sabır bunlar. A-) Vacipler, B-) Sünnetler, C-) Haramlar, Vacipleri ifâ ederken sabır, sünnetleri ortamın zorluğunda aldırmadan izhar ederken yapılan sabır ve haramları mekruhları terk ederken yapılan sabırdır.
İmam İbn Kayyım (rah) bu konuya ilişkin şöyle der; “Dinin temeli şu üç esastan ibarettir:
1 - Emredilenleri yapmak, 2 - Yasakları terketmek, 3 - Takdir edilmiş olana sabretmektir.
Kul ile ilgili olan tarafa gelince; Kul, mükellef olduğu sürece bu üç esastan ayrılamaz ve kendisinden teklif düşmedikçe bu üç esas da ondan düşmez. Buğday başağının yalnız sapı üzerinde yükseldiği gibi emirlerden, nehiylerden ve kaderden ibaret olan kulluk vazifeleri de yalnız sabır temeli üzerinde yükselirler. Gerek Allah'ın emriyle olan ibadet ve taatlar olsun, gerek Allah'ın yaratmasıyla olan kaza ve kader olsun, gerekse Allah'ın yasaklamış olduğu yasaklar olsun bütün bunların hepsi sabra bağlıdır.
Şeyhu'l İslâm İbn Teymiyye (rah), devamlı bu üç esas üzerinde durarak şöyle derdi: “Ey oğul cağızım, emredilenleri yap, haramlardan ve yasaklardan kaç ve takdir edilmiş olanlara sabret.” (Uddetü's-Sabirîn ve Zahîretû'ş-Şâkirîn)
Alimler sabrı iki kısıma ayırmışlarsa da günümüzde rastlanmayan bir durumdur. Ancak kısaca hatırlatmakta fayda vardır. Sabır yerilen ve övülen olmak üzere iki kısma ayrılır. Alimler, yerilen sabrın Allah'ın sevgisinden, emir ve nehylerinden uzaklaştığında ki sabırdır demişlerdir.
İmam İbn Kayyım (rah) bu konuda şöyle der; “Allah'dan, O'nun iradesinden, O'nun muhabbetinden ve kalbin O'ndan uzaklaşmasına sabretmek yerilen sabırdır. Bu sabır, kulun tamamıyle olgunluktan durdurulmasını ve yaratılmış olduğu gayeden uzaklaşmasını içine alır. Bu sabır, sabırların en çirkinidir. Çünkü onsuz yaşayamayacağı sevgilisinden uzaklaşmaya sabreden kimsenin sabrından daha aşırı ve daha çirkin bir sabır yoktur.”(Uddetü's-Sabirîn ve Zahîretû'ş-Şâkirîn)
Övülmüş sabırı alimler iki kısma ayırmıştır. Yukarıda yazdığımız üzere Allah'ın dini için sabır ve Allah'dan gelen için sabır diye iki kısma ayırmış ve ikisininde övüldüğünü izah etmiştik.
İmam İbn Kayyım (rah) bu konuda şöyle der; “Övülen sabır iki nevidir:
1 - Biri Allah için sabırdır. 2 - Diğeri Allah ile sabırdır.
Nitekim Allah Teala;“Sabret, Senin sabrın ancak Allah'ın yardımıyladır.” (Nahl,127)
Diğer bir ayette;“Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen, bizim nezaretimiz desin.” (Tur,48) buyurmuştur.
Alimler bu iki sabırdan hangisinin daha mükemmel olduğunda ihtilaf etmişlerdir. Bir kısım alimler:
“Allah için olan sabır daha mükemmeldir. Çünkü Allah için olan şey, Allah ile olan şeyden daha mükemmeldir. Zira Allah için olan şey gayedir. Allah ile olan şey ise, vesiledir. Gayeler vesilelerden şereflidir. Bundan dolayı AIIah'a yaklaşmak için yapılan nezirlerin yerine getirilmesi vaciptir. Bu nezir, Allah için yapılmıştır. Nezir yemin yerinde bulunursa, onun yerine getirilmesi vacip değildir. Çünkü bu nezir Allah'a yemindir.
Allah için olan şey "Uluhiyyetiyle" ilgilidir. Allah ile olan şey ise, "Rububiyyetiyle" ilgilidir.
"Uluhiyyetiyle" ilgili olan şey, "Rububiyyetiyle" ilgili olan şeyden daha şereflidir.
Bundan dolayı uluhiyyetinin birliğini kabul eden kimse, Allah'a ortak koşmaktan kurtulmuş olur. Fakat rububiyyetinin birliğini kabul eden kimse, Allah'a ortak koşmaktan kurtulmuş olmaz. Çünkü putlara tapanlar her şeyi yalnız Allah'ın yarattığını, her şeyin rabbi olduğunu ve her şeyin maliki olduğunu ikrar ediyorlardı. Fakat Allah'ın birliğini kabul etmiyorlardı. Onun birliğini kabul etmek, yalnız O'na ibadet etmek ve O'nun ortağı bulunmadığını ikrar etmektir. Bunu yapmadıkları için rububiyyetinin birliğini kabul etmeleri kendilerine fayda vermedi." demişlerdir.(Uddetü's-Sabirîn ve Zahîretû'ş-Şâkirîn)
En nihayetinde, sabır müslümanın kredi ve mevki yükseltme aracıdır. Allah'ın taktirine, emri ne, nehyine, darlığa, zorluğa, sıkıntıya, müşrikler tarafından izafe edilen karalamalara, kötü sözlere sabretmeli ve bütün bunlara “imtihan=ecîr=nîmet” gözüyle bakmalı ve sabretmeli yardımı sadece ve sadece tâat ve ibâdetle, bıkkınlık ve gevşeklik göstermeden Allah (a.c)'dan istemeliyiz. Halk dilinde dolaşan şu meşur söz “Sabrın sonu selâmettir” inşaAllah tezâhür edecektir.
Mûminlere teselli mahayetinde yazdığımız bu küçük risâle kardeşlerimize manevi olarak güç ve kuvvet vermesini Yerin ve göğün yaratıcısı bir ve tek olan Allah (a.c)'dan diliyorum.
Yazdıklarımızda bir hayır ve güzel bir söz varsa bu Allah ve Rasülünün güzelliğindendir. Kötü ve yanlış bir söz varsa oda ilmimizin darlığından nefsimizin kötülüğündendir. Allah (a.c) sözlerimizin içindeki faydalı şeyleri bize dûnya ve âhirette faydalı kılsın.
Ey sıkıntıları rahmetinden kuluna gönderen Mevlâm, bize merhamet et, acı ve lutfet günah -larımızı bağışla, bütün benliğimizde ki beşeri endişeleri, sevgileri, korkuları yüreğimizden çıkar. Sen ey merhametlilerin merhametlisi Tevvâb olan Allah'ım tevbelerimizi kabul buyur bize katından bağışlanma ve yardım gönder. Günahlarımızı itiraf ediyoruz, ayıplarımızı gizle ve mahkem-i kûbrada bizleri utandırıp boynumuzu bükme Ey Rahim olan Allah'ım rahmetin ile müslümanları kuşat. Affet bizi Allah'ım, Affet bizi Allah'ım, Affet bizi Allah'ım..
Evvelinde ve ennihayetinde Râhman ve Râhim Olan Allah'a hâmd eder bağışlanma dileriz...
Yazan; Tewhid we Takwa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.